GÜNAHLAR ŞEHRİ MOSKOVA

GÜNAHLAR ŞEHRİ MOSKOVA

 

2010 senesinde üç kez atıldığım üniversiteden 10 yılın sonunda yaşım ilerlemiş olarak mezun olmam sebebiyle, tecil hakkımı kullanmadan, bir ayak bağı olarak gördüğüm askerlik meselesini halletmek için şubenin yolunu tuttum. Nerede, ne şekilde görev yapacağım belli olmadığından, kaza ve intiharlar nedeniyle ölen asker sayısının çatışmalarda ölenleri geçmesi gibi faktörleri de hesaba katarak ölmeden önceki son isteğimi kendime sordum. Moskova'yı görmek istiyordum. Bi cesaretle Rusya vizesine başvurup, Moskova biletimi aldım.

Yurtdışına ilk çıkışımdı. Kasım ayında artık sezonun son Rus turistleri Antalya’dan ülkelerine dönüyorlardı. Uçakta yanıma bir Rus çift oturdu. Türk olmadıkları için erkek olan bariyer oluşturmak için kadınla aramıza hönk diye oturmadı, yan koltuğuma kadın geçti, öteki tarafa da erkek olan...Kültür farkı daha uçakta kendini göstermeye başlamıştı. Yaklaşık dört saat süren yolculuktan sonra Shermatova Havaalanı’na indik. Arrival card diye bir şeyden haberdar olmadığım için köylü gibi gümrükteki kadın polise yöneldim. Kartı doldur dedi geri gönderdi. İşlemleri halletikten sonra dışarıda Oleg adındaki Türkiye’de tanıştığım arkadaşla buluştum. Antalya’da çalıştığım otelde eski bir manken olan Alyona ismindeki kız arkadaşı ile birlikte üçümüz güzel vakit geçirmiştik. Beni arabasıyla aldı ve Moskova merkeze doğru aracını sürmeye başladı. Türkiye’de iken bana araba alıp sattığını, mesleğinin bu olduğunu anlatmıştı. Yolda giderken bana güvendiğini söyleyip, asıl mesleğinin çalıntı arabaları modifiye edip satmak olduğunu anlattı. 1991’de reel sosyalizmin çözülüp Rusya’nın hızlı bir kapitalist restorasyon sürecine girmesiyle birlikte meydanı boş bulan uyanık girişimcilerin hızla zenginleşip oligark sınıfını oluşturduklarını, kara para ve mafyanın şehirde cirit attığını zaten biliyordum. Moskova’da namusuyla para kazanan pek az insan olduğunu ise uçaktan indikten yarım saat sonra öğrenmiş oldum. Yol boyu yaklaşık yarım saat sekreteriyle konuştu. Aslında konuşma denemez telefonu kapayana kadar kadına ana avrat Rusça küfürler saydırdı. Küfür aralarında ise meseleyi tartışıyorlardı. Beni bir eve -muhtemelen hırsız arkadaşların evine- götürdü. Burada az önce koko çekmiş 2-3 eleman cila olsun diye bong döndürüyorlardı. Bekar evi, erkekler, cigara, bong… Antalya Meltem Mahallesi'ndeki bir öğrenci evinden buraya ışınlanmış gibiydim. Türkiye’de binlerce kez bulunduğum manzara bir anda karşımda belirince Moskova’daki varlığımı sorgulamaya başladım.

Eşyaları bu müptezel yuvasına bırakıp Oleg’in şehir dışındaki “Daça” denilen orman evine doğru yol aldık. Yol üzerinde nefesimi kesen bir manzara ile karşılaştım. Hayatta hiç bir yapı beni bu kadar heyecanlandırmamıştı. Bugüne kadar sadece fotoğraflarda gördüğüm, Youtube’tan milyon kez geçit törenlerini izlediğim Kızıl Meydan’daki meşhur St.Basil Kilisesi’nin renkli kubbeleri karşımdaydı. Hayalim gerçek olmuştu. Artık askerde eğitim zaiyatı olarak ölsem de gam yemeyecektim.

                                                                              Kızıl Meydan'da bir geçit töreni

Gece geç vakit olduğu için meydanda duramadık, dağ evine doğru yol aldık. Eve varınca kendimizi villanın saunasına attık. Saunadayken içeriye iki tane polis üniformalı adam girdi. Ben de içerdeki diğerleri gibi dal taşak ayağa kalkıp tokalaşarak kendimi tanıttım. Kendileri Oleg’in yakın arkadaşı olan trafik polislerilermiş. Oto hırsızının arkadaşı da trafik polisi olmalı zaten, çünkü burası Sin City Moskova. Daha sonra barbeküyü yaktık, domuz şişleri attık, Rus vodkalarını açtık. Geleneksel olarak iri shot bardaklarında her kadehten önce “tost” denen konuşmalar yapılarak vodkalar sek olarak yuvarlandı. Gecenin sonunda tam 16 Shot saydım. Türkiye’de bu kadar vodkayı içsem sanırım ölürdüm. Fakat Moskova’daydım, senenin ilk karı düşmüştü ve alkolik trafik polisleri ile vodka yarışına girmiştin, motivasyonum büyüktü.

Moskova, 1918’de dünyanın ilk işçi devletinin başkenti olmuş, şu anda nüfusu 11milyonu bulan, etnik olarak tam bir Eski Sovyetler mozaiği olan, Tokyo’dan sonra dünyanın ikinci en pahalı şehridir.(Büyük kur krizine kadar böyleydi, şu anda hayat pahalılığı biraz daha azalmış durumda.) Rusya’nın tüm oligarklarının, mafyanın mesken tuttuğu, rüşvet, yolsuzluk, kara paranın kol gezdiği, Ermenisinden Azerisine, Gürcüsünden Çeçenine gayrı meşruya gönlünü vermiş binlerce insana ev sahipliği yapan, manken olmak için doğmuş, güzellikleri ile nam salmış 15-25 yaş arası Rus, Ukrayna ve Moldovalı kızların oligarkların koynuna girmek için model ajanslarını paravan olarak kullandığı tam bir günahlar şehridir.

Moskova’yı ziyaret ettiğimde Kasım ayıydı ve sıcaklık -1 civarındaydı. Çok keskin bir soğuk olmasına rağmen havası kuru olduğu için İstanbul soğuğu gibi insanın içine işlemiyordu. Senenin ilk karı şehire düşmüştü (zaten ne yapayım karla kaplı olmayan Moskova’yı). Sokaklarda, metro duraklarında onlarca evsiz yaşlı insanla karşılaştım. Sınıfsal uçurum İstanbul ile karşılaştırıldığında çok daha keskindi. Hani Aksaray’da da böyle manzaralar görürsünüz ama çevrede dolaşanlar yine sıradan ekmek koşturmacası içindeki insanlardır. Burada dünyanın en pahalı mağazalarından çıkan hanımefendileri, 70 yaşındaki homeless ile aynı karede görünce içinizden “batsın bu dünya” demek geliyor.

91’deki karşı devrim bazı sembol Lenin heykellerini devirse de; Duma binasından, metro duraklarına şehrin her bir köşesinde orak-çekiçlerle, Marx-Lenin heykelleriyle ve Ekim devrimini anlatan resimler, mozaiklerle karşılaşıyorsunuz. Mutlaka bir tanıdığınız Rusya’dan rozet getirmiştir. Moskova’nın matrushka bebekleriyle birlikte en popüler hediyelik ürünleri Sovyet dönemini sembolize eden kalpaklar, rozet, kupa ve t-shirtler.

Duma binası ve tepesinde bulunan orak çekiç figürü. 93’te Yeltsin politikalarına karşı binayı işgal eden komünist ve yurtseverlere karşı Yeltsin’in cevabı tanklarla parlamentoyu bombalatmak olmuştu.

Sosyalizmin toplumda gözlemlenen diğer bir hatırası da okuma alışkanlığı. Şehirde 400 adet kütüphane var. Ülkenin en büyük kütüphanesinin adı Lenin kütüphanesi. Metroda, yürüyen merdivenlerde, duraklarda okuyan insanlarla karşılaşacaksınız. Özellikle Sovyetlerde doğmuş orta yaş insanlar için ellerinden düşürmedikleri kitaplarla yolculuk yapmak bir alışkanlık haline gelmiş. Lafı gelmişken “metroların anası” olarak bilinen Moskova Metrosundan bahsetmekte fayda var. 1931 yılında Stalin’in emri ile başlanan ve inşaatında komünist işçilerle komsomolların alın teri döktüğü Moskova Metrosu, diğer büyük rakipleri Paris, Londra ve New York metroları arasında en güzeli olarak kabul ediliyor. Her durak ayrı konsepte sahip, hepsinin ayrı hikayesi var. Kimisi Çarlık ihtişamını yansıtırken, kimi durak Şubat devrimini, kimi durak ise Ekim devrimini heykeller, resimler ve mozaiklerle yansıtıyor.

182 istasyon ve 12 hatlı metro şehir ulaşımında büyük kolaylık sağlıyor, zira trafik özellikle iş çıkışlarında tam bir keşmekeş. Şayet Rusçanız varsa ve metroyu çözdüyseniz ulaşım sorununuzu çözdünüz demektir. Rusça şart çünkü gerek müzelerde gerekse de metroda ingilizce açıklamalar yok denecek kadar az. 1941’deki Nazi saldırısında Moskova önlerine kadar yaklaşan Faşist sürülerinin şehri tehdit ettiği dönemde şehri terk etmeyen Stalin, karargahını metroya kuruyor. Stalin’in şehri terk etmeyişi ordulara ve halka da moral veriyor. Hatta Sovyet karşıtlığı ile bilinen George Orwel dahi “Hayvan Çiftliği” romanında Stalin’in bu dirayetli tavrına selam göndermiştir.

Moskova Metrosu'nda ”Delikanli olmayanı Moskova`da barındırmam" adlı performansım.

Dünyanın ikinci en pahalı şehri demiştik. Tüm metropoller gibi burada da insanlar iş güç koşturmacası içinde ruhlarını ve insanlıklarını kaybetmişler. Sokakta esnafa adres sorunca küfür etmedikleri kalıyor. Kimse birbirine çöpünü vermiyor. Fastfood restaurantında yer bulamadığım için kızın birine masasına oturup oturamayacağımı sordum, bakışlarıyla siktiri çekti. Zaten kaba saba ve iletişimi sıkıntılı bir millet olan Ruslar, Moskova’da öküzlükleriyle zirveyi zorluyorlar.

Şehrin etnik yapısı tam olarak Sovyet mozağini yansıtıyor. Zamanında Kızıl bayrak altında birleşen milletler bugün dolar yeşili için şehrin farklı köşelerini tutmuş birbirlerini gırtlaklıyorlar. 53.000 olan Yahudi nüfusu her yerde olduğu gibi Rusya’da da en önemli sektörleri elinde tutuyor. Putin, Yukos operasyonunda yaptığı gibi kimilerini sünnet etse de, Yahudiler bürokrasi ve iş dünyasındaki ağırlıklarını koruyorlar.

Şehrin en önemli çekim noktası şüphesiz hem geçmişte hem de bugün görkemli askeri törenlere ev sahipliği yapan Kızıl Meydan. Meydanın giriş kapısının dışında dünyanın merkezi olarak kabul edilen sıfır noktası var. Buraya uğur parası atıyorsunuz, dilenciler topluyorlar. Hemen sağ tarafınızda ise atının nallarıyla gamalı haçı ezen Mareşal Jukov heykeli, tüm dünya faşistlerine mesaj veriyor (Kendisi yer yer ölümü göze alarak Stalin’in emirlerine karşı gelip taktiklerini eleştirerek Moskova savunmasını gerçekleştirmiş ve faşist sürülerini Berlin’e kadar kovalamış muzaffer Kızıl Ordu Komutanıdır. Kruşçev döneminde ismi tarih kitaplarından çıkartılmıştır. Sovyet tarihi bunun gibi onlarca bürokratik utanca sahne olmuştur).

Jukov heykeli önünde çarşı iznine çıkmış Rus askerleri ile birlikte hatıra fotoğrafı çektirdim

 

Meydana yüksekçe bir kapıdan giriyorsunuz, karşınıza hemen Rusya’nın sembolü haline gelmiş renkli kubbeleriyle kremalı pastayı andıran St.Basili Kilisesi çıkıyor. 16.yy’da Korkunç İvan emriyle sekiz ayrı zaferi sembolize etmesi için sekiz farklı desende kubbe inşa edilmiş. (Rivayete göre bir benzeri yapılamasın diye mimarın gözleri oyulmuş.) Kilisenin hemen yanında Rus ve İskoç mimarlarca yapılan Spasskaya Saat Kulesi ve kulenin tepesinde sosyalizmin sembolü kızıl yıldız Moskova semalarında tarihi bir ambiyans oluşturuyor.

Kızıl Meydan’da siradan bir gün. Soldan sağa : St Basili Kilisesi, Spasskaya Kulesi, Kremlin duvarı. Duvarın önündeki yapı ise Lenin mozalesi.

Kulenin devamında meydanın girişine kadar uzanan Kremlin duvarı başta Lenin olmak üzere önemli Sovyet devlet adamlarının istirahatgahı. Duvar boyunca Stalin, Kalinin, Jukov, Sovyet kozmonot Yuri Gagarin, Taksim anıtında Ata’nın arkasında heykeli bulunan askeri danışmanı ve Kızıl Ordu Komutanı Varaşilov ve Ekim devriminde ölen 238 Kızıl Muhafız’ın toplu mezarları bulunuyor. Önde ise her gün önünde yerli yabancı turistlerin kuyruklar oluşturduğu Lenin’in Mozalesi var. Mozaleyi sağanak yağışta ziyaret ettiğim için çevrede benden başka kimse yoktu. Ziyaret ücretsiz, kapıda kamera, telefon ve fotoğraf makinelerini emanete bırakıyorsunuz. Görüntü almak yasak. Eşyaları bırakıp mumyanın sergilendiği binaya girdim. İki adım attıktan sonra gözlerim fal taşı gibi açıldı. Lenin baba karşımdaydı. Fikirleri için döğüştüğümüz, binlercesinin uğrunda toprağa düştüğü Lenin her zamanki şıklığı ile takım elbisesinin içinde uyuyordu.

                                                                                  Lenin'in Mozalesi

Sağlı sollu iki asker saygı nöbeti tutuyorlardı ve üçümüz dışında içeride kimse yoktu. Başımdaki kalpağı çıkartıp avuçlarımı açıp Fatiha okumaya başladım(Galiyev hayranı olduğum için bana göre bunda ters bir durum yok). Askerlerin tepkisini merak ediyordum. Normal şartlarda içeride her türlü dini seramoni yasak. O gün mozale boş olduğu için engellemeye kalkmadılar. Hac görevimi yerine getirmenin huzuruyla beni ağırlayan mühendis arkadaşımın evine dönmek üzere metronun yolunu tuttum. Arkadaşım eski Sovyet toplu konutlarından birinde merkezi sayılabilecek bir bölgede yaşıyordu. Bu sayede toplu konutları gözlemleme şansım oldu.

İnsanlar çoğunlukla Dom denen ve her birine ayrı numaralar verilen sitelerde-eski Sovyet toplu konutlarında- yaşıyorlar. Bu yüzden Rusya’da adres bulmak dünyanın en kolay işi. Binalar eski olmalarına rağmen iş görür durumdalar. Domlar etrafı binalarla çevrili olan, içine girdiğinizde şehrin gürültüsünden sıyrıldığınız park, oyun bahçesi vs sosyal alanların bulunduğu(batının soğuk,sıkıcı,korkunç diye lanse edip toplama kampları gibi yansıtmaya çalıştığı) sosyalist mimarinin güzide örneklerinden biri. Genelde evler tek odalı, iki odalı olanların kiraları şu anda epeyce yüksek. İki odalı olanları zamanında iki aile arasında paylaştırılıyormuş. Yine Sovyet sosyalizmine dair çok kötü bir şeymiş gibi anlatılan olaylardan biri budur. (Şu anda geberseniz kokunuz apartmana yayılana kadar kimsenin sizden haberi olmaz. Sanki kapitalizm çok matah bir hayat vaadediyor). Binalarda merkezi ısıtma sistemi var. Hatta bazı binalarda eskiden merkezi çöp toplama sistemleri çalışıyormuş. Bina içlerindeki merdiven ve koridorlar genişçe, pencere önlerinde oturacak kadar büyük boşluklar var. Akşam dışarısı soğuk olduğu için apartman içinde toplanıp bira içen gençlerle karşılaşıyorsunuz. Sosyalizm merkezi planlamayı hayata geçirdiğinden Domların projesi ve mimarisi Moskova’da neyse Odessa’da da Almatı’da da o. Hiç bir ülkeye, hiç bir şehire torpil geçilmemiş, devlet tüm sovyet vatandaşlarına aynı yaşam kalitesini sağlamaya çalışmış. Kimseyi aç ve açıkta bırakmamış. Bu sebepledir ki kırsaldaki yoksul eski nesil Sovyetleri özlemle anıyor.

Türklerin şehirde en çok ziyaret ettikleri yerlerin başında şüphesiz Nazım’ın mezarı geliyor. Sadece devlet büyükleri ve önemli kişilerin defnedildiği Novodevichy Manastırı ünlü şairimizi ağırlıyor. Mezarlığın girişinde Rusya bayrağı renklerinde iri bir taş heykel karşınıza çıkıyor, Yeltsin denen ayyaşın mezarı(her önünden geçtiğimde küfrediyorum). Yeltsin’den sola dönüp baktığınızda Nazım’ın mezarını göreceksiniz.(Mezarlık görevlileri Turok yani “Türk” dediğinizde kimi aradığınızı anlayıp yardımcı olacaklardır.) Hemen yanında da eşi Vera’nın mezarı bulunuyor. Mezarlıkta her daim tap taze çiçekler var. Kartlardan okuduğum kadarıyla Moskova’yı ziyaret eden vatandaşlarımız, burada yaşayan mimar ve mühendislerimiz ziyarette bulunmuşlar. Şair her ne kadar memleket hasreti çekip Anadolu’da bir çınar altına gömülmek istese de şimdilik burada kalması daha makul. Şiirlerinde anlattığı özgür ve sosyalist Türkiye hayalini gerçekleştirdiğimizde, vasiyetini yerine getirip Anadolu'da bir çınar ağacının gölgesine taşımanın yolunu elbette buluruz.

                                                                                          Nazım'ın Mezarı

Moskova’ya ikinci ziyaretimi Gezi ayaklanmasının hemen ardından gerçekleştirdim. Uçuşumu özellikle Ekim Devriminin yıldönümü kutlamalarına denk getirdim. Miladi takvime göre 7 Kasım’da gerçekleşen devrim eski Jülyen takvimine göre Ekim’e denk geldiğinden ismi Ekim Devrimi olarak kalmıştır. Rusya Federasyonu Komünist Partisi(KPRF)’nun çağrısı ile Balshoy tiyatrosunun önündeki miting alanına doğru gerçekleşecek “Kızıl Yürüyüş”e katılmak üzere toplanma yerine doğru Rus kız arkadaşımla yola çıktık. Metroda gördüğüm kızıl bayrakları sırtlanmış yoldaşlar bana İstanbul’daki miting günlerini hatırlatıyordu. Türkiye’de grafiker bir arkadaşıma yaptırdığım “Her yer Taksim, Her yer Direniş” yazan dövizimi hazırladım. Çevredeki dükkanlardan dövizin altına yapıştırmak için karton kutu sordum, ne kartonu mukavvası, günahlarını vermiyorlar! Neyse sokaktaki bir çöplükte kartonu buldum, dövizi üzerine yapıştırdım. Korteje katılmak için arama noktasına geldik, polis haliyle dövizde yazanı sordu. Kız arkadaşımla birlikte Rusçaya çevirdik. Polis "benim için sakıncası yok ama miting komitesine sormamız lazım" dedi. Komiteden kasketli bıyıklı hafiye tipli bir yoldaş geldi, dövizi ona da çevirdim. “Haaa Taksim, da?” Dedi. “Da” dedim, geçmeme izin verdi. Benim ülkemde böyle bir durumda terörle mücadele gelir, dövizle birlikte seni de götürür. Rus polisi ise nezaketen miting komitesine soruyor, anlayış farkına gelin...

    Kızıl yürüyüşte açtığım Taksim dövizi ve arkamda KPRF Genel Sekreteri yoldaş Zuganov.

Neyse yürüyüş başladı. Sağanak yağmura rağmen yaklaşık 2500 kişi toplandı. Ben daha fazlasını bekliyordum açıkçası. Ama kız arkadaşım bunun Rusya için kalabalık bir miting olduğunu söyledi. Kitlenin genel ağırlığı 50 yaş üzeri eski tüfekler olsa da KPRF’nin lise örgütlenmesi ve diğer genç kadrolar da kortejlerde yerlerini aldılar. En çok aklıma kazınan sloganlar ” Lenin jil, Lenin jiv, Lenin budet jit- Lenin yaşadı, yaşıyor, yaşayacak.” ile ” Burjuva put boyatsa, Rassiya budet krasno- Burjuvalar korkun, Rusya kızıl olacak” sloganlarıydı. Miting alanına ulaştık. KPRF bayraklarıyla süslenmiş sahnedeki koro, yapılan konuşmaların ardından Sovyetler Birliği marşı ile açılışı yaptı. Onlar hazırolda okurlarken ben de yumruğumu kaldırıp onlara katıldım. Rusça öğrendiğime sevindiğim anlardan biriydi. KPRF lideri Zuganov sahneye çıktı. Ekonomiden girdi, Putin’den çıktı. Ama daha bir kaç hafta önce Azeri bir manyağın Rus bir genci bıçaklayıp öldürmesini bahane ederek Moskova’daki Kafkasyalılara ait dükkanları yağmalayan faşistlerden, yükselen Rus milliyetçiliğinden bahsetmedi. Açıkçası anlattıkları goygoydan öteye geçemedi, fazlasını da beklemiyordum zaten.

Moskova’da yaşıyorsanız ve faşistlere göre “kara kafa” iseniz Spartak Moskova’nın maçının olduğu günlerde metrodan uzak durun. Zira faşist Spartaklılar metroda tek yakaladıkları kafkas tiplilere çöküyorlar. Polis gelinceye kadar iş işten geçiyor. Ayrıca "VDV Günü" denen Rusya Paraşütçüler Birliği Günü var ki bu gün artık faşist bir seramoniye dönmüş durumda. Faşistler bu günün yıl dönümünde sokağa inip karşılarına çıkan Afrikalı, Kafkas kim varsa linç edip bırakıyorlar.

Şehirdeki onlarca müze arasında en çok ilgimi çeken ” Park Pobediy- Zafer Parkı”nda bulunan Savaş Müzesi oldu. İkinci dünya savaşını anlatan üç boyutlu hall’ler, Stalin’in çalışma masası ve haritaları, öldürülen Nazi subaylarına ait rozetler, Nazi sancakları, silahlar, mayınlar vs. sergileniyor.

Diğer bir enteresan müze de Novıy Arbat’taki “Tochka G- G noktası” ismindeki dünyanın en büyük seks müzesi. İçerisinde sarkastik ve fantastik resimler, plastik sanatlar, sado mazo koltukları, seks labirenti, geniş bir ürün yelpazesi bulunan seks shop ve cep sineması bulunuyor. Tuvaletler bile seks için dizayn edilmiş, denemesi bedava.

Gelelim gece hayatına… Günahlar şehrinin geceleri de şarkıda bahsettiği gibi “Moscow never sleeps.” Haftasonunu beklemeye gerek yok. %70’ini kızların doldurduğu clublar haftanın her günü dolu. Dünyanın en pahalı kentlerinden Moskova’da mekanlardaki içki fiyatları Türkiye gece hayatıyla hemen hemen aynı. (Nasıl sikildiğimizi siz anlayın.) Damsız girilmez muhabbeti yok ama ciddi ‘face control’ var. Bir çok yer önerebilirim fakat benim gibi Strip Club’a gidip paranızın yarısını bir gecede kucağınıza oturan kızlara bırakmanızı tavsiye etmem, hiç mantıklı değil. Moskova kızları diğer şehirdeki hemcinslerine göre daha zorlar. Moskova paranın konuştuğu bir şehir, gold digger nüfusunun dünya üzerinde en yoğun olduğu kent olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kızlarla tanışır, dans eder, yakınlaşırsınız fakat kolay kolay güvenip de sizinle gelmezler. Zaten siz de her mavi boncuk dağıtanla gitmeyin, Rus mafyasının kötü sürprizleriyle karşılaşabilirsiniz.

                                                                                          Moskova Geceleri

Kadınların Rusya ekonomisine katkısı büyük. İnşaattan, otobüs şöförlüğüne, bizim erkek işi gözüyle baktığımız bir çok meslekte kadınlar çalışmakta. Erkekler genelde alkolik olduklarından çoğu evin geçiminden kadınlar sorumlu. Bir akşam geç saatte alt geçidin birinden geçerken fönlü saçı ve topuklu ayakkabısıyla duvar boyayan bir kız gördüm. Bir de pazarda dolaşırken poşet satan bir kız gördüm. Al bu iki kızı Türkiye’de podyuma koy catwalk yürüsünler. Hayat ne garip…

Moskova’dan ayrılıp kız arkadaşımın ailesi ile tanışmak üzere Yuri Gagarin’in doğduğu köyün de bulunduğu Smolenskaya Oblast’ına geçtik. Moskova’daki tren istasyonunda Smolensk’e bilet almak için iki saat sıra bekliyoruz. Zaman tünelinde Sovyet dönemindeki kuyruklara dönüyoruz, bilet almak için yaşlı görevlilere pasaportlarınızı gösteriyorsunuz, işlemleri aheste aheste ama büyük bir ciddiyetle yapıyorlar. Kız arkadaşımın sinirleri bozuluyor, Rusya’ya, gişeciye saydırmaya başlıyor. Ben ise zaman makinesinde yaptığım bu yolculuktan keyif bile alıyorum. Smolensk, zamanında Napolyon ordularının çamura ve soğuğa saplanıp yenilgiye uğratıldığı kent. Şehir Fransızlara karşı kazanılan zaferin anıtlarıyla dolu ve “Kahramanlar şehri” olarak biliniyor. Ayrıca 2. paylaşım savaşında Polonyalı binlerce subayın katledilip toplu mezarlara gömüldüğü ve hala bugün sorumlusunun Stalin mi Almanlar mı olduğu tartışılan Katyn ormanı da bu şehirde bulunuyor. Kız arkadaşımın annesi yüzbaşı, babası albay emeklisi. Tam asker ailesinin içine düştük yani. Emekli olduktan sonra oturdukları lojmanı devlet kendilerine vermiş. Hadi işin bitti çık git demiyor devlet. Lojman askeri garnizonun içinde, sabahları askerlerin Rus Milli Marşını okumaları ile uyanıyorum. “Soyuz neruşimi..” şeklinde başlayan Sovyet Marşının sözleri değişmiş hali. Kayınpeder ilk geceden beni masaya oturtup sadece askeri personelin ulaşabildiği %70 alkol içeren bir içkiyi ikram ediyor, aslında beni test ediyor. Testi başarıyla geçiyorum. Smolensk’in çevre ilçelerine, Rusya’nın en uçtaki taşralarına gidip misafir olduğum evlerde Sovyetler Birliği’nde doğup büyümüş eski kuşaktan insanlarla sohbet ediyorum. İnsanlar kapitalizme lanet edip Sovyet dönemine özlem duyuyorlar. Taşrada Lenin heykellerinin dimdik ayakta oluşu göze çarpıyor.

                                                                        Atam İzindeyiz

Karşı devrim 91’de Moskova’da Lenin heykellerini devirse de taşrada bunlara dokunmaya kimse cesaret edememiş. Smolensk’te 600 yıllık bir kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kayın pedere kilisenin Sovyet dönemindeki akıbetini sordum, her zaman açıktı, insanlar duaya geliyorlardı dedi. Hani tüm kiliseler kapalıydı, Allahsızlığı yayma kürsüsü hepsini yıktırmıştı?

Kısacası siz Rusya ve Sovyetler hakkında ne batının neoconlarının ve liberallerinin sosyalizmi kötülemek için bire bin katıp anlattığı yalan yanlış şeylere güvenin, ne de 70 yıl ayakta durabilmiş bu ilk işçi devletinin lümpen torunlarını kafanızda idealize edin. İyisi mi ilk fırsatta bir zamanlar komşumuz olan tarih dolu bu ülkeyi ziyaret edin. Ve umudunuzu kaybetmeyin. Lenin’in Ekim devriminin 71. gününde kürsüden yaptığı, devrimlerin asıl olarak enternasyonal bir bayrak yarışı olduğunu anlatan şu konuşmayı aklınızdan çıkartmayın:

” Paris komünü 70 gün hayatta kalabildi. Biz ise 71. günde hala ayaktayız.”

 

C.E /  2014

 

Yorumlar

img
Site Logo

"Planlarını gece gibi sakla, vurduğunda yıldırım gibi çarp". Sun Tzu

İletişim Bilgileri

Hanoi Opera House Hanoi

sputnik.erkan@gmail.com